Şimdi usul usul bir kenarda hayatın şemsiye açıp sağanaklarından bizi kurtarmasını beklemek arzusu içerisinde siniyoruz köşemize. Ne acayip bir kurgu, ne enteresan bir işleyiş, ne tuhaf bir döngü derken sorgularımızın suallerimiz karşısında eğilip büküldüğünü seyre dalmışız. Ömründe bir şiirin satırlarında kendini gökyüzüyle paylaşamayan bir insanın Nazım’ın hikmetinden pay çıkarmış olması sorgulanmış mıdır birileri tarafından? Sualler daha acımasız, düşünemediğimizden sorgulayamadıklarımız ezildi hep yanlış soruların cehaletinden. Olsa gerek ya…
Bir taraf hep haklı, diğer taraf hep haksız… Konusuz bir
dava, açıklamaya yüz bulacak bir kelime dağarcığı bile yokken meydanda. Hak’tan
geldi sanıyordum haklılığı ya da hak bir adalet savaşı mıydı? Neyse bir şiir
diyorduk, vicdan duvarına gergef gibi işleyebilecek. Bir duygu diyorduk kelimelerin
öylesine, yalnızca iletişim kurmakla ilgili olmadığı konusunu açığa vuracak bir
duygu. Bilmem anlatabiliyor muyum? Rakı masanıza düşen meteoru sizin yani
kendinizin yarattığını… Bilmem anlatabildim mi hayatın realist olmakla tek
başına ilintili olmadığını. Gerçeklerin ardında yatan bir düşüncenin, hayalin
sonsuz bir yaşam vadettiğini. Oysa
Bukowski de realizmin göbeğinde en gerçek acının sancılı zamanlarını yaşamıştı.
Ailesinden şiddet gören bir çocuktu, belki de en çok onu döven babasını sevdi
ya da hep nefret ettiğiydi. Acının onu dönüştürdüğü şey toplumun asla cesaret
edemediğiydi, o toplumun ona dayattığını reddetti fakat yine aynı toplum için yazdı,
en güçlü silahıyla saldırdı yobaz ve de gerici zihniyetlere. Bukowski der ki; “İki
seçenekten birini seçmek zorundaydım: Posta ofisinde kalıp delirmek ya da
yazmaya oynayıp açlıktan ölmek. Ben aç kalmayı seçtim.” Sizin
yaşamın gerçekliği dediğiniz şey kolay olan, içinizden gelmeyeni yapmak zorunda
hissetmeniz. Bir şiiri, bir şarkıyı, bir taşı yontmanın şevkini bir kere
keşfedebilseydiniz aç kalmayı tercih ederdiniz. Sanat toplumu olurduk belki. Aç
ama mutlu, yoksul ama zengin…Bana derseniz alkolikti, depresif ve bedbaht bir
yaşımı vardı “BUHRAN” şiirini okudunuz mu? Diye sorarım. Bence insan
düşündüklerinden ibaret, yaptıklarından ibret, çünkü hepimizin karanlık bir
tarafı var yüzleşmeye cesaret gösteremediğimiz, başarılarımızın göstergesinden
uzakta. Bir şiir, bir kitap, bir şarkı anlatır aslında kelimenin sonsuz
anlamını insana.
İki görüş arasında ki çizginin yarısı olmayı sevmekte bir
tercih, tamamını görüp aynı netlikle algılamak istemekte. Hangisi gerçek,
hangisi gerçek dışı diye soracak olan olursa, reelde hiç görmeyen biri için
paralaksta bir hayal, ötesi de… Fakat gördüğünü zanneden biri olmak, görmeyen
birinden çok daha kör olmaktır.
2 Yorumlar
Elinize emeginize saglik cok basarili bir yazi olmus.
YanıtlaSilTebrik ederim harika bir yazi olmuş bayıldim . Severek takip ediyorum sizi.
YanıtlaSil