VAVEYLA 2


Kurallıydı değil mi her şey?

Edebiyatın divanı vardı çekyat akımı başlattılar ah şu serbest nazım çıbanın başı, Servet-i Fünun batının mı adamı?

Ah bu Orhanlar, Atillalar, Edipler, Turgutlar, Özdemirler öyle bir dokundurdular ki aşikâre tahayyüle, öyle bir tuttular ki kalemi bugünümün sorumlusu hepsi.

“Sıradan hayatlar şiir olabilir” demişti Orhan! Kalemini alan yazdı, kalemimi aldım yazdım. Sıradandan da vasat bir yaşam kaleme alınamıyor ki be Orhan! Orhan benim mahalle arkadaşım. Birkaç sokak aşağımda oturuyor, hemdert olup sahilde oturmuşluğumuz var. Aynı boğaza bakıp farklı manzaralarla eşlik ettik birbirimize. O huzurluydu sakinliği dinledi, balıkçı ağlarına, uçan martılara dalıp eski İstanbul’u yâd etti.  Ben huzursuzdum, benim izlediğim İstanbul onun dinlediğinden çok daha kalabalık ve yorgundu, yaşlı ve huzursuz, ağaçsız ve de manzarasız. O eski kaldırım taşlarına bastı, o döneminin esnafını selamladı, ben kimsenin birbirini tanımadığı, asfalt üstüne asfalt atılmış bir yolda yalnızca yürüdüm. O İstanbul ağzıyla Türkçe konuştu, ben son İstanbul Türkçesiyle karşılık veremedim. Bazen evinin önünde bekledim onu, aynı sokaklarda farklı lisanla konuştuk. O beni anlamadı, ben de onu.

Söylenecek her şeyi söylemiş, anlatılacak tüm duyguları anlatıp gitmişler. Üstelik bir de en güzel İstanbul’u yaşayıp gitmişler! Memleketin her bir yanından tarihinden ve kültüründen ve de o kültürü sahiplenen insanların aralarından yürüyüp geçmişler. Biz yoksun bir de yoksul kaldık, sözcüklerden, anlamlardan, güzelliklerden, ifadelerden, insanlıktan… Yamalı sözcüler iliştirdik son İstanbul’a, yeni Türkiye’ye. Yinelenemeyen bakir topraklara, sahipsiz hisseden o kanayan coğrafyaya. Artık kendini özgür hissetmeyen Yarımada’ya, eskisinden daha çirkin olduğunu hisseden Galata’ya, modernleşmek isterken estetik kurbanı olan Kızkulesi’ne, içinde yangını hiç sönmeyen Haydarpaşa Garı’na, tarumarını gizinde tutmaya çalışan Sirkeci Garı’na… Hiçbir yere varmayacağını bilen raylı yollara iliştirdik yamalı sözcükleri. İyileşemediler. Ben bir ağaç olsaydım köklerimi salmazdım, nasılsa kurutulacağımı bilerek. Ben toprak olsam kusardım mücadelemi. Doğa olsaydım tabiat kanunlarını ters düz ederdim, açmazdım çiçeklerimi, vermezdim meyvelerimi, sabrım çoktan taşmış olurdu. Hiddetim yerle bir ederdi tüm düzenleri, dümdüz ederdim çarpık dengeleri, çılgın projeleri… Böylesine sadakatli ve merhametli olana, böylesine nankör olmakta bizim tabiatımız değil mi?

Çünkü biz hiç sevmedik birbirimizi, kediyi, köpeği, taşı, kuşu ağacı, şiiri, çiçeği, böceği…

Saygısız mıyız biz?

Bu arada kurallıydı değil mi her şey?

Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. Cok guzel bir yazi daha olmus. Kaleminize saglik

    YanıtlaSil
  2. Değişik, farklı, düşündürücü...

    YanıtlaSil
  3. Hiç beğenmedim çok skıcı dier yazılarn daha güzldi

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel👏🏻👏🏻👏🏻

    YanıtlaSil
  5. tebrik ederim yine döktürmüşsün çok beğendim

    YanıtlaSil