Edebiyatın divanı vardı çekyat akımı başlattılar ah şu
serbest nazım çıbanın başı, Servet-i Fünun batının mı adamı?
Ah bu Orhanlar, Atillalar, Edipler, Turgutlar, Özdemirler
öyle bir dokundurdular ki aşikâre tahayyüle, öyle bir tuttular ki kalemi
bugünümün sorumlusu hepsi.
“Sıradan hayatlar şiir olabilir” demişti Orhan! Kalemini
alan yazdı, kalemimi aldım yazdım. Sıradandan da vasat bir yaşam kaleme
alınamıyor ki be Orhan! Orhan benim mahalle arkadaşım. Birkaç sokak aşağımda
oturuyor, hemdert olup sahilde oturmuşluğumuz var. Aynı boğaza bakıp farklı
manzaralarla eşlik ettik birbirimize. O huzurluydu sakinliği dinledi, balıkçı
ağlarına, uçan martılara dalıp eski İstanbul’u yâd etti. Ben huzursuzdum, benim izlediğim İstanbul
onun dinlediğinden çok daha kalabalık ve yorgundu, yaşlı ve huzursuz, ağaçsız
ve de manzarasız. O eski kaldırım taşlarına bastı, o döneminin esnafını
selamladı, ben kimsenin birbirini tanımadığı, asfalt üstüne asfalt atılmış bir
yolda yalnızca yürüdüm. O İstanbul ağzıyla Türkçe konuştu, ben son İstanbul
Türkçesiyle karşılık veremedim. Bazen evinin önünde bekledim onu, aynı
sokaklarda farklı lisanla konuştuk. O beni anlamadı, ben de onu.
Söylenecek her şeyi söylemiş, anlatılacak tüm duyguları
anlatıp gitmişler. Üstelik bir de en güzel İstanbul’u yaşayıp gitmişler! Memleketin
her bir yanından tarihinden ve kültüründen ve de o kültürü sahiplenen insanların
aralarından yürüyüp geçmişler. Biz yoksun bir de yoksul kaldık, sözcüklerden,
anlamlardan, güzelliklerden, ifadelerden, insanlıktan… Yamalı sözcüler
iliştirdik son İstanbul’a, yeni Türkiye’ye. Yinelenemeyen bakir topraklara,
sahipsiz hisseden o kanayan coğrafyaya. Artık kendini özgür hissetmeyen Yarımada’ya,
eskisinden daha çirkin olduğunu hisseden Galata’ya, modernleşmek isterken
estetik kurbanı olan Kızkulesi’ne, içinde yangını hiç sönmeyen Haydarpaşa Garı’na,
tarumarını gizinde tutmaya çalışan Sirkeci Garı’na… Hiçbir yere varmayacağını
bilen raylı yollara iliştirdik yamalı sözcükleri. İyileşemediler. Ben bir ağaç
olsaydım köklerimi salmazdım, nasılsa kurutulacağımı bilerek. Ben toprak olsam
kusardım mücadelemi. Doğa olsaydım tabiat kanunlarını ters düz ederdim, açmazdım
çiçeklerimi, vermezdim meyvelerimi, sabrım çoktan taşmış olurdu. Hiddetim yerle
bir ederdi tüm düzenleri, dümdüz ederdim çarpık dengeleri, çılgın projeleri… Böylesine
sadakatli ve merhametli olana, böylesine nankör olmakta bizim tabiatımız değil
mi?
Çünkü biz hiç sevmedik birbirimizi, kediyi, köpeği, taşı,
kuşu ağacı, şiiri, çiçeği, böceği…
Saygısız mıyız biz?
Bu arada kurallıydı değil mi her şey?
5 Yorumlar
Cok guzel bir yazi daha olmus. Kaleminize saglik
YanıtlaSilDeğişik, farklı, düşündürücü...
YanıtlaSilHiç beğenmedim çok skıcı dier yazılarn daha güzldi
YanıtlaSilÇok güzel👏🏻👏🏻👏🏻
YanıtlaSiltebrik ederim yine döktürmüşsün çok beğendim
YanıtlaSil