Pire Berber İken Deve Tellal İken

 

“Özgürlük doruk ise,  eşitlik temeldir” der Victor Hugo.

Haklı…

Olması gereken ve aslen olağan olan bir şeyin haklısı.

Değişik, enteresan ve de komplike.

Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Acılara Tutunmak şiirinin içerisinde geçen “Acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimizde” cümlesinden bir yankı çağladı kulağımda. Başka türlü nasıl anlatılır en soyut duyguların özgürlük olduğu fakat söze dönmediği, dile gelmediği sürece.

İliklerime kadar titretiyor bu soğuk.

Gökbilimcilerin, göklerden yayılan kara akımına karışma ihtimali bile artık kalmamış olan beyaz hatları aramalarını anlıyorum ve bir ihtimal güzel şeylerin o hatta binip bize kadar gelmesini de özlüyorum. Çocukken vardı hatırlıyorum. Sabah dilediğim çikolatayı akşam babam getirmiş olurdu. Beyaz hatlara biner dileklerim babama iletirdi, görmüştüm o enerjileri çok net hatırlıyorum. Özgürlük ya da eşitlik bozuldu bir gün bir yerlerde. Kara bir bulut kapladı dünyayı… Kan, cinayet, dehşet, mutsuzluk, istismar hakim oldu düzene. Tahammülsüzlük hat safhalara erişti, sevmedi bir daha insan insanı. Ne eşitlik söz konusu oldu bir daha ne de özgürlük. Kudretli gözüken karanlık enerjiye kapıldı insanoğlu; O günden sonra güzellik, iyilik masal konusu oldu. Kendinden başladı herkes nefret etmeye. Sevmek kelimesi yalnızca bir akımdı yarışılan. Herkesin bir kedisi vardı sıkılınca sokağa atılan ve bir köpeği vardı kocayınca kapıya konulan ya da daha fena ihtimaller. Sevgililer birbirini öldürdü, kırk yıllık eşler katliam çıkardı evlerinde, çocuklar ebeveynlerini katletti. Artık huzur evi bile cennetti elden ayaktan düşen yaşlı bir bireye, yeter ki eziyet edilmesindi. Sokaklarda hayvanlar kadar sokak çocukları da vardı. Çöpçüler şehrin belirli yerlerinde çöp konteynerlerin içinden gelen bebek sesleriyle karşılaşır olmuşlardı ya da muhakkak bir kadın cesedi olmadı bir erkeğin. Kadınlar eşlerini boşayamaz hale gelmişlerdi teşebbüs ederlerse infaz edilirlerdi. Bizde yasal olmayan ötanazi hakkı karşı taraftaydı. Ölümümüze de yaşamamıza da onlar karar verir olmuşlardı. Korkacak hiçbir şeyleri yoktu. Fakat korkacak çok şeyimiz vardı.

İliklerime kadar korkutuyor bu karanlık.

Memeleri olan her kadın gibi ürkütücü bir hal almaya başlamıştı; İş görüşmelerine gitmek, minibüse binmek, erkek arkadaşı edinmek, evlenmek, boşanmayı istemek,  etek giymek, kahkaha atmak, makyaj yapmak, güzel olmak, dikkat çekmek, sosyalleşmek ve bilumum olağan ve gündelik olan her bir şey. Üstelik erkeklerde tehdit altındaydı farklı yerlerde. Televizyon programlarında kocam beni dövdü diye başka adamlara kaçan kadınlar konu alınıyordu. Kötü niyetli kadınların kadın haklarının ihlal edildiği dönemlerde bunları kullanıyor olma seçenekleriyle de karşılaşıyorduk bolca. İstismar edilmeye çalışılan erkekler ve de istismara maruz kalan erkek mağduriyeti de söz konusuydu. Eşitlik isterken cinsiyetçi olmanın da eşitlik olmadığını bilmediğimiz dönemlerdeydik. Kadın, erkek, çocuk, hayvan demeden istismara maruz kalıyor ve maalesef bir çözüm üreten de bulamıyorduk. Bu iğrenç dönemlerin altın çağıydı. Dünya genelini kasıp kavuran bu kara akımlar iyiyi aciz, kötüyü kudretli yapmıştı. Kolay para kazanmak uğruna bir çok genç sosyal medyanın renkli dünyasına dahil olmaya çalışıyor, dikkat çekme uğruna ise gelenek- görenek, örf ve adetlere aykırı davranışlarda bulunuyorlardı. Toplumun kaygısı olan her şey bu dönemde dolu dolu yaşanıyor bir sonraki gelecek nesle kendi akıl ve fikirleriyle bizim dağıttıklarımızı toplamak düşüyordu.

Sonuçta “Acı çekmek özgürlükse, özgürüz hepimiz de”


Yorum Gönder

1 Yorumlar