Açlığımı tok olduğum günleri düşleyerek bastırıyorum. Mide gurultularımın ezgileri var artık, büyük bir müzik resitali sunuyorum kendime. Ayağımda artık dikiş tutmayan bir yemeni, sırtımda yamadan tasarımı değişen bir hırka, bohem bir tarzım var kısaca. Yer gök benim dediğimde gülenler var! Ben de çok gülüyorum onlara, bir gecelerini benimle geçirseler inanırlar aslında. Rüyamda bazen sıcak bir oda da kuş tüyü bir yatakta yatarken görüyorum kendimi, burnuma doğru tüten sıcacık bir kase çorbayı indiriyorum mideme sonra bir somun ekmek ilişiyor gözüme uyanıyorum. O rüyanın sabahı benden daha mutlusunu bulamazsınız. Tok kalkıyorum, tok geziyorum. Sabah mesaim başlıyor sonra, çöplere atılan eski kitapları topluyorum. Çöpler çok kıymetli eserlerle dolu, çok kıymetli eşyalarla… İnsanlar ne kadar doyumsuz diyorum kendi kendime, atılır mı bu parça? Değerini bilmedikleri ne çok şey var! En işlek, en güzel caddelere açıyorum tezgahımı, eski kitaplar satıyorum. Başka insanların çöpe attıklarını para verip alan insanlar buluyorum. Onları beklerken ben de okuyorum kitaplardan birini, satamadıklarımı da okuyorum, hepsini okumaya çalışıyorum. Ne sattığımı bilmezsem satamam gibi geliyor. Mesela bir gün Charles Bukowski diye bir adam “Sıradan Delilik Öyküleri” diye bir kitabında bana dokunan bir cümle etmiş “Dibe vurduğunu sanıp, bir dip daha olduğunu keşfedebiliyordu insan...” Ağzı pis bir herif, belli sarhoş fakat daha nasıl anlatılırdı bir berduşun her gün yeni bir dip keşfi… Her insanın gidecek bir yeri var belli ki yoksa nasıl bu kadar ıssızlaşır geceleri bu sokaklar. Ben ve benim gibi bir takım insanlar üstelik biz bile paylaşamıyoruz koskoca sokakları. Televizyonlardaki politikacıların paylaşamadıkları ne varsa bizde de var aynısı, birileri sürekli yönetmek istiyor kimsesizliğimizi bile.
Kimsesiz miyiz?
Bilmiyorum… Bu kelimeyi sevmiyorum. Tek başıma dünyaya gelmişim mesela ben,
biri beni doğursaydı eğer bir evim olurdu, ben öyle düşünüyorum. Çünkü önümden
her gün binlerce anne geçiyor, “elimi
bırakma, kaybolursun” diye çocuklarının ellerini sıkı sıkı tutan anneler.
Annem benim elimi sıkı sıkı tutmadığı için kaybolmuşta olabilirim, bilmiyorum. Soran
olursa “ben kendimi doğurdum”
diyorum. Gülüyorlar yine, deli diyenler de var, ben gülmüyorum anlatamıyorum
onlara. Bana okumayı fahişe bir kadın öğretti, emekli olunca çocuğu olarak
alacaktı beni yanına “evimiz olacak” demişti,
ben de “anne” diyecekmişim ona. Çok
mutlu olmuştum, çok iyi bir kadındı karnımı da doyururdu. Sonra bu kadını
müşterilerinden biri bir akşamüstü öldürmüş. Çocuktum, yalnızca çok üzüldüğümü
hatırlıyorum, öldüğü için mi yoksa bir evim olmayacağı için mi bilmiyorum…
Kimsesizler mezarlığına gömdüler onu, muhtemelen beni de oraya gömecekler.
Keşke adı kimsesizler mezarlığı olmasaydı, sevmiyorum kimsesiz kelimesini.
Acıktım… Bereketli bir
gün oldu, hava da sıcak, bir somun ekmek yiyebilirim bugün.
6 Yorumlar
Çok etkilendim :( kaleminize sağlık.
YanıtlaSiltesadufen denk geldim size çok beğenerek takip ediyorum yine çok güzel yazmıssınız emeginize saglık siirtten selamlar
YanıtlaSilsizmi yaşadınız bunları
YanıtlaSilbeğendim güzel olmuş emeğinize sağlık -Mehmet.
YanıtlaSilCök guzel bir paylasim. ~gryrlmz~
YanıtlaSilHer seferinde kendimden bir parça buluyorum kaleminize sağlık ❤
YanıtlaSil